18 Eylül 2016 Pazar

Tarihin Hala Gizemi Çözülemeyen 10 Bilmecesi

Tarihte bazı olaylar vardır ki, araştırma yapan sayısız uzmana, üretilen sayısız teorilere rağmen, hala gizemini korumaktadır.
İşte arkasında gizli gerçeği kimsenin bilmediği tarihin hala çözülemeyen 10 bilmecesi…

1. Göbekli Tepe neden yapıldı?

Şanlıurfa'da, Örencik Köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen en eski kutsal alanı. Neolitik Çağ’dan kalan bu yapı kompleksi, günümüzden 11.600 yıl önce yapılmış. İngilizlerin o çok övündüğü Stonehenge’den 8600, Mısır piramitlerinden 9000 yıl önceye tarihlenen bu yapı, bilinen bütün tarih tezlerini de yerle bir etmiştir.
Sadece inşa edildiği dönem itibari ile değil, mimarisinin estetiği itibari ile de ön plana çıkan Göbeklitepe, ayrıca dünya üzerinde bulunan en iyi korunmuş tarihi bölgelerden biridir. Bu düzeyde iyi korunmuş olmasının en büyük nedeni, bilinçli olarak o dönemin insanları tarafından, herhangi bir zarar verilmeden toprakla doldurularak gömülmesidir.
Ancak insanoğlunun, büyük emeklerle inşa ettiği bu yapıyı, neden sessiz sedasız gömdüğü, belki de hiçbir zaman tam olarak anlaşılamayacak…

2. Sümerlerin Kökeni

M.Ö. 3000 yılında, Ortadoğu’ya yerleşmiş bir halk. Yazıyı buldular, yazılı tarihi başlattılar, ilk edebi eserleri yazdılar, ilk mitolojiyi oluşturdular, ilk okulları açtılar, ve daha bunlara benzer birçok ilke imza attılar. Öyle ki, dünya üzerinde Sümerlerle başlamayan neredeyse hiçbir olay yoktur.
Ama esas ilginç olan nokta; kendilerine “Kara kafalılar” diyen, büyük ihtimalle beyaz tenli ve tıpkı Türkçe gibi Asyatik sondan eklemeli, genel bilim dünyasının “izole” dil olarak kabul ettiği ve hangi dil ailesiyle bağlantılı olduğu hakkında onlarca teori bulunan bir konuşma ve yazı dili kullanan bu halkın etnik kökeninin ne olduğunu hiç kimse bilmiyor… 
Tarihi başlattılar ve ardından Samiler ve diğer Orta Doğu halklarına karışarak ortadan kayboldular…

3. Gılgamış

Gılgamış
Gılgamış
Ölümsüzlüğü arayan bir adam… Sümerli yazmanların kaleme aldığı, Babillilerin devam ettirdiği, insanlığın bilinen ilk mitolojik kahramanı Gılgamış, nice tanrılara dersini vermiş, nice ejderleri ortadan kaldırmış, ölümsüzlüğü elde etmenin kıyısından dönmüştür.
Sümerli ve Babilli yazmanların hikayesini anlattıkları Gılgamış Destanı, günümüzden yaklaşık 4000 sene önce tabletlere kazınmıştır.
İlginç olan, Sümer Tabletleri, eski Sümer’de hükmetmiş, M.Ö. 2600 yıllarında yaşamış, Gılgamış diye gerçek bir Uruk kenti kralından da bahseder. Gılgamış ve Agga isimli tabletin başkahramanı olan kral ile Sümer kral listelerinde, 126 yıl Uruk’a hükmeden Gılgamış isimli kralın da aynı kişi olduğu düşünülmektedir.
Sümerlerin krallarını neden tanrılaştırdıkları, kral yıllıklarında neden yüzlerce hatta binlerce yıl hükmeden kral-tanrılara rastlandığı ise, eski yazıtlardaki yıl hesaplarının sonraki dönemlerden farklı yapılması ve sonradan yapılan eklemelerin etkisi teorileri bir yana, hala üstü kapalı bir sır…

4. Babil Kulesi’nin Sırrı

Kutsal kitaplarda, antik yazıtlarda ve efsanelerde adı geçen, eski çağların yedi harikasından biri olarak kabul gören bu kule, anlatılana göre dünyadaki o zamanlar sözü ve dili bir olan insanların tanrıya yaklaşmak için yaptıkları bir kule idi. Efsaneye göre tanrı, kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller.
Gerçekte ise, böyle bir kulenin varlığı oldukça tartışmalıdır. Bahsedilen devasa kulenin büyük bir ihtimalle, ilk örneği Babil şehrinde yapılan Etemenanki Ziggurat’ı olduğu düşünülmektedir. 
Akad dilinde “Tanrı Kapısı” anlamına gelen yapının, Babil kentinin kulesi olarak tarihin farklı dönemlerinde yıkıldığı ve tekrar yapıldığı söylenir. Kule o kadar büyük ve heybetlidir ki, Babil’i işgal eden Büyük İskender, Babil Kulesi’ni onarmak istemiş, 8 yıl sonra kente döndüğünde onarımın yapılmamasından dolayı mevcut harabeyi yıkıp tekrar yapmaya karar verdiğinde, 10.000 kişi iki ay boyunca sadece kulenin molozunu temizleyebilmiştir! Ancak İskender ölünce kulenin onarımı ve yeniden yapımına devam edilmemiştir. Tabii eğer bahsedilen kule, gerçekten Etemananki Ziggurat’ı ise…

5. Kadeş Savaşı

Eski çağlarda tarihin belki de ilk süpergüçleri Hitit Krallığı ve Mısır Krallığı’nı karşı karşıya getiren ve tarihin ilk yazılı anlaşmasının yapıldığı savaş…  
Tarihin belki de o güne kadar gördüğü en büyük savaş olan Kadeş Savaşı sonrasında kazanan tarafın kim olduğu halen bir sırdır ve açıkça belli değildir, zira Mısırlılar kendilerinin kazandığını, Hititler de kendilerinin kazandığını iddia etmişlerdir. Ancak günümüze kadar gelen Kadeş Antlaşması’na göre iki taraf da birbirlerinin gücünü kabul etmiş ve dostça yaşamaya karar vermişlerdir. 
Yıllar önce bir Mısırlı prensesle evlenmeye giden Hitit Prensi Zannanza’nın Mısır topraklarında öldürülmesi, iki devlet arasındaki esas anlaşmazlık sebebi olarak izah edilse de, Mısırlılar ve Hititleri bu kadar büyük bir savaşı ve aynı derecede büyük kayıpları göze almaya iten, sonrasında da bir şey olmamışçasına aniden iki halk arasında dostluk ve barış ilan etmelerine giden gerçek sebepler nelerdi? Daha büyük kayıpları göze alamamak mı, Ortadoğu’da yükselen Asur tehdidine karşı müttefik olmak mı, yoksa başka bir şey mi? Hala tartışılmakta…

6. Anadolu'nun Karanlık Çağı

Kadeş Savaşı’nın üzerinden henüz bir yüzyıl dahi geçmeden, M.Ö 1200 yılından hemen sonra Büyük Hitit Krallığı birkaç yıl içerisinde çöker, halkın büyük kısmı atalarının toprakları Orta Anadolu’dan göç ederler. Saraylarda, kentlerde yaşayan halk; artık küçük topluluklar halinde yaşamaya başlar. Karanlık Çağ sadece Anadolu’da değil,Yunanistan’da, Ege adalarında, Suriye-Filistin’de ve Yakındoğu’da da yüzyıllarca etkili olacaktır.
Bu dönemlerde batıdan gelen ve Mısır’a kadar ilerledikleri bilinen “Deniz Kavimleri” göçlerinin ve yağmalarının etkin olduğu düşünülmektedir. Hatta; Homeros’un İlyada destanındaki Troya savunmasının bu yağmacılara karşı verilen mücadeleden etkilenildiği iddia edilmiştir. Başka bir teze göre ise, bu göçlerle birlikte ciddi iklim değişikliklerinden etkilenen çevresel şartların, Anadolu’da oldukça hassas dengelerde olan tarım ekonomisini yok ettiği, kuraklık-kıtlık olduğu, bölgedeki siyasal güçlerin böylece eriyip gittiği ve bu sebeplerle yağmacılara karşı koyamadığı düşünülmektedir. Ayrıca bölgenin başına gelen felaketler bunlarla da sınırlı değildir, volkanik hareketler, depremler gibi doğal afetlerin de Karanlık Çağı tetiklediği iddia edilmektedir.
Bu döneme ait gerçek olan tek şey, bilinen tüm kentlerde kronolojik olarak birbirine yakın yıllarda büyük bir yıkım ve felaketin yaşandığıdır. Yıkımın sonrasında ise Karanlık Çağ’ın belki de en yoğun hissedildiği Anadolu’da bölge halklarının kendilerini neden yüzyıllarca toparlayamadığı, nerelerde ve nasıl yaşadıkları halen gizemini korumaktadır.

7. Khorsabad (Dur-Sharrukin)

Kudretli Asur kralı II. Sargon, hükmünün 5. yılı olan M.Ö 717 yılında kendi adını taşıyan yeni bir başkent ve saray yaptırmaya karar verir, 24 metre kalınlığındaki bir koruma duvarıyla çevrilmiş, 30 tonluk heykellerin koruduğu 7 devasa kapısıyla 1.6 km2’lik kare bir alana inşa edilmiş 1000’e yakın odalı anıtsal bir saray, bu yeni başkentin merkezini oluşturacaktır. II. Sargon, ihtişamını göstermek için hiçbir masraftan kaçınmamış, dönemin en iyi zanaatkarlarını, ustalarını ve sanatçılarını burada görevlendirmiştir. Başkent M.Ö. 706 yılında buraya taşındığında inşaat henüz tamamlanmamıştır. 
II. Sargon’un stratejik olarak neden Khorsabad’ı seçtiği bilinmemektedir, zira Asur Krallığı’nın önceki ve sonraki başkentlerinin devletin temel politikası olan yayılmacılık açısından stratejik önemleri, Khorsabad’da bulunmamaktadır, çevresel olarak kendine tümüyle yetebilen bir coğrafyaya da sahip değildir, bölgedeki iki büyük su kaynağı olan Dicle ve Zab nehirlerine uzak kalan, nispeten kurak bir alandadır. 
II. Sargon’un ne sebeple buraya bir saray yaptırdığını kendi oğlu ve veliahtı Sanherib bile anlayamamış olacak ki, M.Ö. 705 yılında kralın ani ölümünden sonra tahta geçer geçmez başkenti su kaynaklarına daha yakın ve stratejik olarak daha güçlü Nineve’ye taşımıştır. Khorsabad ise büyük masraflarla, yıllar boyu süren büyük bir emekle yapılmış olmasına rağmen sadece 1 yıl aktif kullanımdan sonra aniden terk edilmiştir! Kudretli kral II. Sargon’un aklındaki sebepler neydi? Bununla ilgili sayısız teori, bilinmezliğin duvarlarında yankılanarak yitip gittiler…

8. İskenderiye Kütüphanesi

Büyük İskender’in yaptırdığı İskenderiye kenti, onun ölümünden sonra yakın arkadaşı ve generallerinden birisi olan I. Ptolemaios Soter’in eline geçer. Büyük İskender’in aynı zamanda çocukluk arkadaşı olan ve beraber Aristo’dan ders aldıkları söylenen kral,Mısır geleneklerine göre yaşamayı tercih etmiş ve firavun ünvanı alarak Mısır’da yeni bir hanedan başlatmıştır. Bu yeni devletin merkezini de İskenderiye kenti yaparak devrin en önemli başkentlerinden birisi haline getirmiştir.
Bilim ve sanata olan ilgisi sayesinde. Ptolemaios Soter, kurduğu efsanevi İskenderiye Kütüphanesi’nde bilinen dünyada yazılmış tüm eserleri toplamış, papirüslere yazdırarak rulo halinde saklatmıştır. Bazı kaynaklara göre yüzyıllar içinde kütüphanedeki yazma sayısı yarım milyona kadar ulaşmıştır. 
Matematik, fizik, tıp, astronomi, felsefe, kimya, fizyoloji, tarih gibi akla gelebilecek her konuda eserlerin bulunduğu kütüphanenin ciddi bir bölümünün, sonraki yıllarda Roma iç savaşı esnasında Sezar’ın kendi gemilerini ateşe vermesiyle sıçrayan ateş sebebiyle yandığı söylenmektedir! M.S. 4 yüzyıla kadar varlığını bir şekilde koruyan kütüphanenin paganizmin yasaklanması gerekçesiyle Roma İmparatorluğu tarafından kapatıldığı, yazmaların ise kentteki hamamlara dağıtılarak yakıldığı bilinir.
Belki de tek bir parşömeni dahi bilinmeyen tarihi aydınlatabilecek bu dev kütüphanedeki yazmaların içerikleri ve hangi sırları anlattıkları ise artık asla öğrenilemeyecektir.

9. Antikythera Mekanizması

20. yüzyılın başında Yunanistan yakınlarında bulunmuş bir batıktan çıkan Antikythera mekanizması, yüzyıllar boyu deniz suyunun içinde kalması sebebiyle bozulmuş ve oldukça aşınmış küçük çarklardan oluşan, benzersiz bir düzenektir. Batık, M.Ö. 87 yılına tarihlenmektedir ve içindeki amforalara, mobilyalara, çömleklere ve diğer eşyalara bakılırsa sıradan bir ticaret gemisidir.
Mekanizma küçük bir ahşap kutunun içerisinde bulunmuş, aygıtın ne işe yaradığı hala tam olarak anlaşılamamıştır. Bilinen en eski çarklı düzenektir ve genel görüş cihazın astronomi amaçlı kullanıldığı, belli gök cisimlerinin yerlerini hesaplamaya yarayan bir mekanizma olduğu, hatta bu hesaplara dayanarak takvim olarak da kullanılabildiği şeklindedir. Günümüzde dünyanın en eski bilgisayarı olarak da kabul görmektedir!
Her ne kadar birkaç Antik Yunan yazmasında buna benzer aygıtlardan söz edilmişse de, başka görüşlere göre o dönemde böyle bir cihazı tasarlayacak ve çarkları yapacak teknoloji bulunmuyordu. Antikythera Mekanizmasını kimin yaptığı, gerçek işlevinin ne olduğu, sıradan bir ticaret gemisinde ne aradığı ve ne amaçla kullanıldığı konuları halen sırlarını korumaktadır!

10. Hiung-nu kimdi?

Çin kaynaklarından bilinen ve M.Ö. 3. yüzyılda tarih sahnesine çıkarak M.S. 2. yüzyıla kadar Asya steplerinde hüküm sürmüş, Hiung-nu Devleti kimdi?
Tarih kitaplarımızda Büyük Hun Devleti olarak isimlendirilmiş bu devletin aslen kim olduğu net olarak bilinmemektedir. Çin kaynaklarına göre M.Ö. 200 yılının kışında Çin imparatorunu 300.000 süvariyle pusuya düşürebilecek kadar büyük bir güce sahip, birden fazla Asya halkının oluşturduğu bir konfederasyon sistemi ve hiyerarşisine sahip bu imparatorluğun kurucusu da Mete olarak bildiğimiz, Çin kaynaklarında Modu Şanyu olarak geçen kraldır. Modu Şanyu, Uygur’lar tarafından yıllar sonra destansı karakter Oğuz Han ile özleşleştirilmiştir. 
Çin kaynaklarındaki sözcüklere göre konuşulan dillerin Türk, Moğol, Yenisey, Tunguz,İran ve Ural olduğu düşünülmektedir. Yani karışık bir etnik kimliğe sahiplerdir, güçleri de beraber hareket edebilmelerinden ve gerektiğinde yüz binlerle sayılan ordularla çatışmaya girebilmelerinden gelmektedir. 
Mezarlarındaki İran, Çin ve hatta Yunan menşeili dokumalardan, uzak ülkeler ile ticaret yaptıkları, ayrıca ciddi bir süre İpek Yolu’nu kontrol ettikleri de anlaşılmaktadır.
Asya’nın çorak steplerinde, yerleşik hayata geçmeden, göçebe şekilde bu kadar çok insanın hangi sebeple ve nasıl bu kadar iyi örgütlenebildiği, step halklarının genel karakterlerine göre kıyaslandığında nasıl bu kadar uzun süre birliklerini koruyabildikleri, hatta bazıları arasında “kan davası” olan kabilelerin nasıl tek bir çatı altında toplanabildiği, 18 milyon km2’lik bir alanı nasıl ele geçirdikleri, bu halkın en ihtişamlı günlerinden sonra neden bir iç savaşa girerek kendilerini zayıflattığı ve zaman içinde yok olup gittikleri halen bilinmemektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder